Hepimiz, bir baskasinin hayallerini gerceklestirmek icin
cabaliyoruz aslinda. Kendi dogrularimizi, bize empoze edilenlerle olusturup,
baskalarinin bizim icin bicmis oldugu bir hayata, “benim” demek icin zorluyoruz
inanclarimizi, dusuncelerimizi, davranislarimizi. Sevdigimiz insanlar,
kurdugumuz dostluklar, olusturdugumuz iliskilerde kendi onceliklerimizden cok,
cevremizdekilerin yargilari var. Icinde yasadigimiz toplum, bizi oylesine
hapsediyor, daraltiyor ki, genis ruhlarimiz, renk renk dusuncelerimiz, farkli
inanclarimiz kaliplasmis kelimelerin altinda, kapali kapilarin ardinda, elimizin
tersiyle sildigimiz bir-iki gozyasinin altinda saklanmak zorunda kaliyor.
Ailemizde gorduklerimiz, gittigimiz okulda yasadiklarimiz, sokaga ciktigimizda
karsilastiklarimiz, yuzumuzdeki genis gulumsenin arkasina saklamamiza neden
oluyor soylemek isteyip de, korkumuzdan sustuklarimizi. Icimizden gecenleri
yasamak varken, her birimiz, bizim haberimiz bile olmadan yapilan bir planin parcasi
olarak devam ediyor hayatina. Sanki butun bunlar olmak zorundaymis gibi,
tek secenegimiz bize sunulanlarmis gibi, bize ait olmayan bir yarisin icinde
debelenip duruyoruz. Oylesine guzeliz ki aslinda, oylesine farkli. Cizdigimiz
resimler, soyledigimiz sarkilar, besteledigimiz muzikler, yazdigimiz cumleler.
Her biri birbirinden renkli, birbirinden sesliyken, hissettigimiz her seyi en
temiz, en saf yollarla herkese anlatmak varken, icimizdeki o kutunun icine
koyuyoruz. Anlatmaya korkuyor, gostermeye cekiniyoruz. Bir sure sonra o kadar
cok buyuyor ki icimizdeki ofke, sinir, huzun, aci; kendimizi susturabilmek icin
gokkusagi kadar renkli olan ruhumuzu siyaha boguyor, dusuncelerimiz ile
birlikte, hislerimizi de yok ediyoruz.
Irem Akpinar